24 Nisan 2020

Efsunlu Bir Tarihin Ev Sahibi: Tarihi Yarımada

Efsunlu Bir Tarihin Ev Sahibi: Tarihi Yarımada
Bir tepeye çıkar ve bakar İstanbul’a şair. “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.” der. Sıradan bir semti dahi bir ömre eş değer olan bu kentte yer alan ve efsunlu güzelliklere ev sahipliği yapan Tarihi Yarımada anlatılmakla bitmez…
 
Tarihin en değerlisi
Orhan Veli’ye “Serin serin Kapa­lıçarşı / Cıvıl cıvıl Mahmutpa­şa” dizelerini Tarihi Yarımada yazdırdı. Yani İstanbul’un tohumlarının ilk atıldığı yerler... Her adımda tarihi solu­mamızı sağlayan bu kente ilk “Merhaba”yı Megara’dan kalkıp gelen Yunanlar söyledi. Kültürlerini ve ezgilerini ilk onlar taşıdı Byzantion adını verdikleri bu topraklara. Üzerinde barınan kültürlerle birlikte adı değişse de tarihin en değerlilerinden oldu hep.
 
Serin bir çarşı
“Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız / Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun”… Cemal Süre­ya’nın dizeleri bile Tarihi Yarımada’yı ihmal etmezken bu topraklar daha kimlere ilham vermedi ki? Laleli’den itibaren yürüme yolunda, her bir köşede tarihi dokunun nasıl şekillendiği görülebiliyor. Biraz ileride ise Kapalıçarşı yer alıyor. 1461’den bu yana kadim duruşundan zerre kaybetme­yen Kapalıçarşı, dünyanın en eski ve en büyük çarşılarından.
 
Herkese yetecek kadar büyük
Arnavut kaldırımlarıyla tarih kokan dar sokakların ardından Sultanah­met geliyor. Bizans döneminde Hipodrom diye anılan bu bölgede at yarışları, kalabalık toplantılar ve eğlenceler düzenlenirmiş. Kayzer Wilhelm’in ziyare­tinin anısına dikilen Alman Çeşmesi, tam ortada duruyor. Meydanın güney tarafında yer alan dikilitaş ise üzerindeki yazı ve sembollerle sır dolu bir görünüme sahip. Bu taş, MS 390 yılında Roma İmparatoru I. Theodosius’un emriyle Mısır’dan getiri­lip buraya dikilmiş. Dikilitaşın üzerindeki Latince yazılar ise bize Theodosius’un gücünü fısıldıyor. Dikilitaşın olduğu yerden Örme Dikilitaş, Yılanlı Sütun, İbrahim Paşa Sarayı ve tabii ki Sultanahmet Camisi görülebiliyor.
 
Büyülü bir hikaye
Yerebatan Sarnıcı, Bizans İmpara­toru I. Justinianus tarafından inşa ettirilmiş ve İstanbul’daki en büyük kapalı sarnıç olarak bugüne kadar gelmiş. Suyun içinden yükselen sarnıçta çok fazla sütun olduğu için halk buranın yere battığı izlenimine karşılık ona bu adı takmış. Yerin altında saklanmış bu rutubetli ve loş ortamda en çok ilgi çeken şeylerden biri Medusa Başı heykeli. Yunan mitolo­jisinde kendisine bakanı taşa çevirdiği söy­lenen Medusa’nın, bu sarnıcı koruması için buraya yerleştirildiği düşünülüyor.
 
Ben bir ceviz ağacıyım…
“Başım köpük köpük bulut / İçim dışım deniz / Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda”… Nazım Hikmet’in dizelerinde de yer alan Gül­hane Parkı, huzuruyla, kuş sesleriyle ve upuzun ağaçlarıyla meşhur. Bu harika alan, Bizanslılar döneminde kışla olarak kullanılmış, Osmanlı döneminde ise kutlamalara tanıklık etmiş. Üstelik demokratikleşmenin ilk önemli adımı sayılan Tanzimat Fermanı da 1839 yılında Gülhane Parkı’nda okunmuş.